Makaleler

Vize krizi ve AKP’de sürüklenişin sonuçları

Son süreçte ABD-Türkiye ilişkileri babında tarihin tanık olduğu önemli kırılma dönemlerinden birisine şahitlik ediyoruz. Vize krizi olarak gündeme gelen bu kırılma, bütünlüklü bir yıkımı bünyesinde barındırmamakla birlikte, geçici/dönemsel etkileri ve yarattığı tahribatla beraber önemli bir gündem maddesi olarak ve aynı zamanda AKP hükümetinin iç ve dış politikadaki sarsıntılarını gözler önüne sermesi bakımından dikkat çekici bir başlık olarak karşımızda durmaktadır.

Konunun kamuoyuna yansıyan şekli bile, süreç özgülünde çeşitli kodları vermesi ve arkasındaki gerçeklere işaret etmesi bakımından dikkat çekici veriler sunmaktadır. ABD Konsolosluğunda çalışan Metin Topuz’un FETÖ soruşturması kapsamında gözaltına alınmasından 4 gün sonra ABD’nin ilk olarak Türkiye’ye seyahat edecek vatandaşlarını güvenlik temelinde uyarması ve Metin Topuz’un tutuklanması ile beraber ilk olarak ABD’nin ve devamında TC’nin devreye soktuğu karşılıklı vize engellemeleri olayların görünürdeki başlangıcı konumundadır. Sürecin bu minvaldeki seyri, AKP’nin 15 Temmuz darbe girişimi ardından devreye soktuğu anti-amerikancı dil ve üslubu ziyadesi ile barındırmakla beraber özünde korkakça ve konunun özüne değmekten uzak şekilde seyretmiş, vize yasağını ABD Dışişlerinin üstlenmesine rağmen John Bass hedef tahtasına oturtulmuş, ABD ile karşılıklı “papaz takası” çağrısında bulunulmuştur. Karşılıklı açıklamaların ve her açıklamada yer verilen ılımlı çözüm çağrılarının eşliğinde yaşanan kriz iç politikada da dikkat çekici etkileri barındırmaktadır.

AKP eksen mi değiştiriyor?

Sürecin başından itibaren çözüm ve diyalog çağrıları ile at başı giden anti-Amerikancı söylemin ve son süreçte Rusya ile S-400 füzelerinin alımı, Suriye’de ortak operasyon girişimleri ve İran ile yaptığı görüşmeler gibi gelişmelerin akıllara getirdiği; yine Rus siyaset uzmanı Yevgeni Tarlo’nun  geçtiğimiz günlerde bir TV kanalında söylediği “Batı’nın Rusya ve Türkiye’ye yönelik politikaları Moskova ve Ankara’yı birleştirdi. 15 Temmuz başarısız darbe girişiminde Amerikan izi vardı. Amerika’nın her zaman böyle olaylarda doğrudan bir bağlantısı bulunmakta. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iktidar olduğu sürece Washington’un o bölgede ‘sorunları’ olacak” sözleri gibi örnekler bahse konu tartışmanın temelini teşkil etmektedir.

Açık olan şudur ki, bahse konu gelişmeler, esas itibari ile bütünlüklü bir değişime işaret etmekten ziyadesi ile uzaktır. Şöyle ki, ABD ve Türkiye ilişkilerinin tarihi on yıllardır böylesi siyasal tarz örneklerini barındırmaktadır. Türkiye’nin Marshall planına dahil olduğu dönemden beri onlarca hükümet ABD ile ilişkilerinde Sovyetlere olan coğrafi yakınlığı bir koz olarak kullanması, günümüzde de Rusya ile ABD arasındaki gerilimden pay devşirme çabası çeşitli örneklerle sabittir. Bu tipte bir gelişmenin bütünlüklü bir değişime delalet olması ise daha köklü bir dönüşümü koşullamaktadır. Güncel itibari ile emperyalistlerin bölgedeki durumları, barındırdığı kaosa rağmen bu kapıyı açmaktan hala uzak, TC’nin kurduğu ilişki ise buradan girecek çaptan düşüktür.

Krizin AKP’ye içkin temelleri

AKP’nin ABD emperyalizmi ile kurduğu ilişki, güncelde bütünlüklü bir değişime temel olmaktan uzak olmakla birlikte, yaşanan sürecin altı da tamamen boş da değildir. Süreci bu aşamaya getiren ise, AKP’nin iç politikadaki konumlanışı ve tüm bir Suriye’deki savaş karşısındaki görevini eline yüzüne bulaştırmasıdır.

Suriye Savaşı başladığı dönemden itibaren AKP’nin “ılımlı gruplar” temelinde yürüttüğü siyaset, ucu IŞİD ve El-Nusra gibi selefi çetelerin desteklenmesine varan bir aralıkta ve temeli Kürt karşıtlığı ekseninde seyretmektedir. Gel gelelim AKP’nin Suriye Savaşı’nda Esad’ı geriletmek adına attığı tüm adımlar, özellikle Rusya’nın sahaya inmesi ile ziyadesiyle çıkmaza girmekte, etkisiz bir Fırat Kalkanı harekatı dışında pratiksiz bir hatta seyretmektedir.  Ancak, ABD açısından Suriye’de Kürtler IŞİD’in geriletilmesi süreci açısından sahadaki en mobilize güç olarak desteklenmekte, DSG’nin sahadaki varlığı dönemsel olarak öne çıkmakta, Kürtlerin ABD’nin uzun vadeli planında yer bulamaması ihtimali dahi bu kazanımın TC açısından sarsıcı etkilerini küçültmemektedir.

Buna ek olarak, Katar krizi vb. süreçlerde de TC’nin kurduğu ittifakların, hakeza DSG’nin Rakka hamlesi ile oyun dışı kalan TC’nin süreç karşısındaki konumlanışı, onu Rusya limanına itmiştir. Gel gelelim bu tablo TC açısından daha geniş çaplı riskleri barındırmakta, Esad yönetiminin Kürtlerle masaya oturma sinyalleri vermesi halinde TC’nin bu yakınlaşma adımının da kısa zamanda kesileceği gözlemlenmektedir.

Vize Krizi özgülünde Financial Times gazetesinde yer alan bir makalenin “Uzun zamandır süren ABD-Türkiye ittifakı ağır bir gerilim altında. Ancak bu son gerilimin artmasına izin verirlerse ki Türkiye’nin misillemesi bunun mümkün olduğunu gösterdi, her iki tarafın kaybedecek çok şeyi var. ABD için Türkiye, Ankara’nın önceliği IŞİD’le savaş olmasa da, hala terörle mücadelede stratejik bir müttefik ve ortak. Aynı zamanda Erdoğan bölgesel meselelerde Rusya ve İran ile işbirliği yapmanın gerekli olduğunu görse de, bu ittifaklara bağımlı kalmak istemeyecektir. Sonuçta Türkiye’nin kaderi hep Batı ile yakın ilişkilere bağlı olmuştur” sözleri bahsettiğimiz gerçekliği göstermek adına anlamlıdır.

Buna ek olarak AKP’nin iç politikada yaşadığı kriz, ekonomiyi ciddi risklerin eline bırakmaktadır. Referandum süreci ile gün yüzüne çıkan AKP kitle desteğindeki gerileme, AKP’yi iç politikada yeni malzemelere itmekte, gelgelelim bu anti-söylem alanı ve kötüleşen ilişkiler ekonomiyi sarsmaktadır. Son süreçte Türk lirasının yaşadığı çöküş, ihracat pazarlarındaki daralma temelde bu politik tutumun sonuçlarıdır.

Tüm bu gelişmeler TC’nin ABD ile kurduğu ilişkide süreci mayın tarlasına döndürmekte, hayaller ile kurulan ittifaklar gemiyi yaralı halde ABD limanına döndürme sinyalleri vermektedir. Vize krizindeki yumuşama, karşılıklı açıklamalar ve NATO’nun çağrısı bu kapsamda okunmalıdır.

Sonuç olarak vize krizi, uzun vadeli sürecek ve karşılıklı radikalleşecek bir kriz değildir. Ancak, bu geminin su almayacağı anlamına da gelmemektedir. Aksine, AKP’nin iç politikada yaşadığı kriz ve dış politikadaki sürüklenişi sürecin ciddi yaralar almaya açık olduğunu göstermiştir. Süreç son kertede TC açısından ekonomik yüklerin arttığı, ilişkilerin bozulduğu bir dönemin kapısını aralandığını göstermektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu