GüncelMakaleler

KADINLARIN BİRLİĞİ | Halk Okulu, eşcinsellik, “sol popülizm”, emperyalizmin oyunu, sapkınlık vs.

"mperyalist-kapitalist sistemin ideolojik araçlarıyla zehirlediği “halk kültürü-ahlakı-değer yargıları” dedikleri şeyleri, aynı şekliyle devrimci kültüre taşımaya, halka yönelik propagandasının çatısını buradan kurmaya “sol popülizm” denilebilir mi?"

Halk Okulu dergisinin 4 Nisan tarihli 73. sayısında, Halk Cephesi’nin 2000’li yıllardan itibaren tespitini yaptığı “sol’un çürümesi-çürütmesi” tezine yeni bir dayanak daha getirdi. “Eşcinsellik bir sapkınlıktır!

Dersim Belediyesi, DİSK, KESK, HDP, Sol Parti, EMEP… Sol saflarda burjuvazinin pespayeliklerinin savunulmasına karşı mücadele edeceğiz!” başlığı ile yayımlanan yazı, “doğada sadece kadın ve erkek cinsinin olduğu”, “eşcinselliğin normal olmadığı”, “uyuşturucu, fuhuş, alkol, kumar gibi emperyalizmin halkları yozlaştırma aracı olduğu”, “eşcinselliğin sınıflı toplumlarla birlikte ortaya çıktığı”, “eşcinselliğin ‘devrimci olmayın da ne olursanız olun’ demenin bir aracı olduğu” gibi her cümlesi ayrı tartışma konusu yapılabilecek, bilimin canına okuyan, asgari düzeyde dahi olsa tutarlılıktan uzak, bilgiden yoksun vs. bir dizi iddialarla dolu.

Tek tek bu iddialar/yaklaşımlar incelenip üzerinde tartışma konusu yapılarak bir polemik de yürütülebilir elbette. Ancak bu kadar anti-bilimsel bir yazı bunu hak eder mi, ciddiye almayı gerektirir mi, ciddi bir soru işareti… Yani Fuzuli’nin dediği gibi “Söylesem tesiri yok, sussam, gönül razı değil…”

Halk Cephesi’nin eşcinselliğe yaklaşımı devrimci, demokratik kamuoyu açısından elbette bilinmez değil. Kendilerinin de hiç rahatsız olmaksızın hatırlattıkları gibi “Güler Zere’ye Özgürlük” kampanyası ile en açık haliyle ortaya çıkmıştı. Onlarca kurum tarafından haftalarca süren eylemler gerçekleştirilirken ve bu hareketin bir parçası olarak İstanbul LGBTT Sivil Toplum Girişimi de platformda yer almakta ve LGBTİ+’lar eylemlere katılmaktaydı.

Ancak ne zaman ki, söz-karar yetkisi tartışması başladı, Halk Cephesi de “eşcinsellerin yürütmede yer alamayacağı” şeklindeki dayatmasıyla uzun tartışmalar yaşanmaya başladı. Bugün söz konusu ettiğimiz yazıdan farklı olmayan yaklaşımlarıyla, eşcinsellerin eyleme katılabileceğini ancak yürütmede yer alamayacaklarını ifade ederek platformdan kopuşlar yaşanmasına neden olan da yine Halk Cephesi olmuştu.

Nitekim, devrimciler-komünistler devlete-faşizme karşı mücadelede, “konuları-gündemleri” birbirinin karşısına koyarak bir tercihte bulunmazlar. Yani hasta tutsaklara özgürlük isterken homofobiye de karşı çıkarlar. Bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur. Ama işte Halk Cephesi… Bildiğiniz gibi onlar gibi düşünmeyen herkes çürümüştür ve çürütmektedir.

Keşke geçmiş, geçmişte kalsa ama elbette olmuyor. Halk Cephesi o günden bugüne gram değişmemiştir. Yukarıda bahsini ettiğimiz sürecin üzerinden çok zaman geçti, Gezi gibi toplumsal muhalefetin çok çeşitli kesimlerinin bir arada direndiği günler yaşandı, özellikle bu süreçle birlikte LGBTİ+ özneler, “varlıklarını kanıtlama”yı aşarak “eşitlik” iddiasının mücadelesine daha fazla sarıldılar.

Sol da önemli oranda değişti, bir kısmı cinsiyet konusunda örgütlü kadın ve LGBTİ+ özneleri, örgütlülüğü ve politikalarıyla kendi “iç-devrimlerini” yapma konusunda ciddi adımlar attılar. Ama değişmemekte ısrar edenler ve bunu tutarlı devrimcilik, en devrimcilik, en solculuk olarak pazarlayanlar hep orada kaldı.

Halk Okulu dergisindeki yazı da bunun tescilidir.

Yazıya dair söylenecek çok fazla şey var, ancak en bariz olanı, bilimselliğe olan uzaklığın yanı sıra, tutarlılıktan eser olmaması diyebiliriz. Halk Okulu’nun öğretmeni, bir yandan devrimci olduğunu söyleyip “reformistlere” çelme takarken, diğer yandan eşcinselliği “birçok ülkenin hala yasalarda tanımadığını” söyleyip, düşüncesine dayanak olarak kapitalist ülkelerin yasalarını sunabilmekte.

Bir yandan, Avrupa Parlamentosu’nun AB üyesi ülkeler için LGBTİ+ bireyler için özgürlük alanı ilan etmesini emperyalizmin “eşcinselliğin emperyalizmin oyunu” olduğuna kanıt olarak gösterirken, diğer yandan bu karara neden olan Polonya’da iktidarda olan sağcı-muhafazakar Hukuk ve Adalet Partisi’nin AB’ye yanıtı söz konusu edilmekte. AB emperyalistlerini mahkum edip, “söz konusu kararın Polonya’nın gelenek ve değerlerine aykırı” olduğunu söyleyen sağcı-muhafazakar partiyi örnek göstermekten beis duymamaktalar.

İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etme tartışmalarında AKP-MHP iktidarı ve çevresinin öne çıkarttığı argüman olarak “eşcinseller”i tartıştırmasına karşı nasıl bir tavır takınılmakta?

O zaman biz de birkaç soru soralım: İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etme sürecinde AKP-MHP iktidarı ve çevresinin öne çıkarttığı eşcinsellik tartışmasına karşı nasıl bir tavır takınılmalı bu argümanlara göre?

Emperyalist-kapitalist sistemin ideolojik araçlarıyla zehirlediği “halk kültürü-ahlakı-değer yargıları” dedikleri şeyleri, aynı şekliyle devrimci kültüre taşımaya, halka yönelik propagandasının çatısını buradan kurmaya “sol popülizm” denilebilir mi? “Sol popülizm”le “halk kültürü” olarak dayatılmaya çalışılan erkeklik ve ataerkiyle malul kitleleri yedekleyebileceğini düşündükleri iddia edilebilir mi? Bunun da sağ popülizmle ciddi bir paydaşlık kurduğu söylenebilir mi? Kulağımıza hiç de gerçek dışı gelmiyor!

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu