EmekGüncel

EMEK | Tarımda İthalat Gıda Egemenliğini Bitiriyor!

"Doğayı, ekolojik dengeyi esas alarak yapılan tarımın yerini sanayileşen tarımın alması; insanın doğa ile ilişkisini bozacağı gibi sağlıklı, güvenli gıdaya ulaşımı da zorlaştıracaktır"

Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın, bir gece yarısı cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle görevden alınması sonrası döviz kurunda yaşanan yüzde 10’luk artış, halkın bir gecede yüzde 10 daha fazla fakirleşmesine neden oldu.

Ülkemizde tarımsal üretim sürecini oluşturan zincirin bütün aşamalarının ithalata bağımlı olması, üretim girdi maliyetlerinde artışa neden olmuş; köylünün üzerine yeni yükler yüklenmesiyle sonuçlanmıştır.

1980 sonrası başlayan neoliberal serbest piyasa politikasının, 2000’lerde tarımsal alanda hızlı bir şekilde uygulanmaya başlamasıyla birlikte döviz kurunda yaşanan her dalgalanma küçük aile işletmelerini zora düşürdüğü gibi; halkın gıdaya ulaşmasını da zorlaştırmıştır. (Yapılan araştırmalarda; son üç ay içinde gıda ürünlerine gelen zamlar nedeniyle  yoksul emekçiler, en temel et, peynir, yumurta vb. gibi çeşitlerde kısıtlamaya gitmiş, daha az tüketmeye başlamıştır.)

Türkiye ekonomisi, gerek sanayi gerekse de tarımsal üretimi ithalata dayalı olduğu için bu alanlarda üretim yapılabilmesi için de üretim araç ve gereçlerinin ithal edilmesi gerekmektedir. Bugün en temel besin ürünlerinden olan peynir üretimi bile bu haldedir. Bundan dolayı kurda yaşanan her dalgalanma, enflasyonun artmasına, halkın daha da yoksullaşmasına yol açmaktadır.

24.03.2021 tarihinde AKP 7. Kongresi’nde konuşan Erdoğan, tarım alanının sorunlarına ilişkin; “iklim şartlarından kaynaklı birkaç ürün dışında ithalata bağımlı değiliz; ithalata bağımlı olduğumuzu söyleyenler yalan söylüyor” sözlerinden birkaç gün sonra benzer bir açıklama, AKP enformasyon bürosu olarak yayın yapan TRT haberlerinde Tarım Bakanlığı tarafından yapıldı. Tarım Bakanlığı, “art niyetli kişilerin, ithalata bağımlı olunduğunu” dile getirdiğini işleyen klibinde, Türkiye’nin tarımsal alanda ithalata bağımlı olmadığı; aksine ihracatçı konumu da olduğu belirtiliyordu! Ve buna kanıt olarak da TÜİK’in uydurma verileri gösteriliyordu.

Tarım Bakanlığı, 2020 yılında 20.7 milyon ton buğday üretiminin yapıldığı; Türkiye’nin yıllık tüketiminin ise 19 milyon ton civarında olduğu; 9.5 milyon ton buğday ithalatının yapıldığı ve bunun da ihracat (makarna ve un ürünleri) amaçlı olduğunu iddia etse de gerçekler aksini söylüyor.

Öncelikle, bağımsız tarım uzmanları, iddia edildiği gibi 2020’de 20.7 milyon ton üretimin gerçekleşmiş olduğunu kabul etmiyor; gerçekte üretimin 19 milyon ton civarında olduğunu belirtiyorlar.

20.7 milyon ton rakamının, TÜİK’in saha çalışması yapmadan masa başında varsayımlar üzerinden hazırladığı veriler olduğunu belirtelim. Ülkemizde her yıl buğday üreticileri, yüksek girdi maliyetleri, ithalat ve benzeri nedenlerle zarara uğradığı için üretimden çekiliyor;  ekilmeyen tarım arazileri çoğalıyor. 20 yıl önce 93 milyon dekarlık alanda üretim yapılırken; 2020 yılında ekim alanı 69 milyon dekara gerilemiştir. Ekim alanı yüzde 25 civarında azalmıştır. Ülke nüfusu 20 milyon civarında artarken; üretim oranı yerinde saymıştır. Köylünün ve küçük aile işletmelerinin, üretimden uzaklaşması vb. şeylerden dolayı TÜİK’in iddia ettiği oranda bir üretim olmamıştır.

“İhracat amaçlı ithalat” söylemi de yine resmi verilerce çürütülmektedir. Toprak Mahsulleri Ofisi Hububat Sektör Raporu; 2019’da 9.8 milyon ton buğday ithalatı yapıldığını ve bunun  yalnızca 1.4 milyon tonunun makarnalık buğday olduğunu belirtiyor. Un ve un ürünleri ihracatı ise ithal edilenin yarısı kadardır.

Tarım Bakanlığı’na bağlı Tarımsal Ekonomi ve Politika  Geliştirme Enstitüsü Müdürlüğü raporuna göre ithal edilen kimi ürün ve ülkeleri şunlardır:

Arpa: Rusya, Ukrayna, Macaristan, Danimarka, İsveç, Moldova Ayçiçeği: Çin, Moldova, Romanya, Bulgaristan, Macaristan Buğday: Rusya, Kazakistan, Ukrayna, Litvanya, Letonya, Bulgaristan Bezelye: Rusya, Kanada, Macaristan, Almanya, ABD Çeltik: ABD, Bulgaristan, Rusya, Brezilya, Portekiz, Yunanistan Kuru Fasulye: Arjantin, Kanada, Kırgızistan, ABD, Mısır Mercimek: Kanada, Kazakistan, Avustralya, Suriye Mısır: Mısır, Ukrayna, Romanya Nohut: Arjantin, Meksika, Rusya, Kanada, Hindistan, ABD

Pamuk: ABD, Yunanistan, Brezilya, Türkmenistan, Avustralya, Azerbaycan, İsrail Patates: Suriye, KKTC, Mısır, Kazakistan, Hollanda, Fransa, Almanya

Yulaf: Macaristan, Ukrayna, Fransa, İspanya.

Bu liste elma, armut, kavun, karpuz, kuru soğan, kırmızı et vb. Şekilde uzayıp gidiyor. Bunların hepsi de Türkiye’nin iklim koşullarında yetişen; hatta birçoğunun anavatanı olan; bu toprakların genetiğini taşıyan ürün çeşitlerinin olduğu ortadadır. Geçmişte bu ürünlerde kendine yeterlilik mevcutken; siyasi iktidarların uygulamış olduğu tarımda köylülüğü, küçük aile işletmeciliğini tasfiye etme politikası sonucu bu duruma gelinmiştir.

Sadece bunlar da değil; siyasi iktidar tarafından çıkartılan tarım kanunları ve yönetmeliklerle üretim süreci, bir bütün emperyalist kapitalist tarım, gıda ve ilaç sanayi endüstrisinin egemenliğine sokulmuştur. Üretim sürecinin ilk basamağı olarak kabul edilen tohumdan gübreye; zirai ilaçtan mazota; elektrikten sulama ekipmanlarına; ambalajdan plastik gereçlere ve sera örtüsünden ipliğine kadar daha sayamadığımız onlarca üretim girdi kaleminde dışa bağımlı olunmuştur.

Ve bunların birçoğu da AKP’nin 19 yıllık iktidarında olmuştur. Türkiye tarihi boyunca hiçbir iktidar, kırsalı ve tarımı bu denli dışarıya bağımlı hale getirmemiştir. Bunu AKP başardı! AKP hükümetlerinde en uzun süre (10 yıl) Tarım Bakanlığı yapan Mehdi Eker’e tarihte ilk kez Fransa tarafından şövalye unvanı boş yere verilmemiştir. Fransa, Mehdi Eker’e elbette Türkiye kırsalına, tarımına katkılarından dolayı bu madalyayı vermedi…

Emperyalist kapitalist rejim tarafından uygulanan, yarı sömürge yarı feodal  ülkelerde yerel tarımın bitirilerek yerine çok uluslu tarım şirketlerinin sanayi tarımının ikame edilmesi stratejisi, IMF ve  Dünya Bankası tarafından Dünya Ticaret Örgütü aracılığıyla yürütülen bir politikadır. Ve yarı sömürgelerde yerel iktidarlar, bu politikaların uygulayıcısı haline getirilmiştir/gelmiştir.

“Uluslararası tekelci sermayenin, az gelişmiş ülkeler tarımına yönelik  politikalarının iki hedefi vardır: Birincisi, o ülkedeki geleneksel ve ülkenin ihtiyaçlarına, iklim ve toprak gibi ekolojik koşullarına uygun tarımı  çökertmek ve uluslararası tarım-gıda tekellerine bağımlı hale getirmek; ikincisi ise doğrudan toprak kiralayarak veya satın alarak söz konusu ülkelerdeki tarım sektörünü uluslararası tekellerin en çok kâr edeceği şekilde yönlendirmektir.”(Türkiye’de Tarım Ekonomi Politiği, Dr. Necdet Oral.)

Türkiye kırsalının birçok sorunu olsa da bunların başında siyasi iktidarların uygulamış olduğu neo-liberal serbest piyasa ekonomi politikasının sonucu olan tarımsal alanın ithalata bağımlı hale getirilmesi geliyor.

Bir diğer ifade ile ülke kırsalının, tarımının emperyalist kapitalist gıda şirketlerinin egemenlik alanına dönüştürülmesidir. Bağımlı hale getirilen ülkeler kendi üretim araçlarından yoksun hale getirilmiş ve çok uluslu şirketlerin üretim araçlarına  (tohum, gübre, ilaç vb.) mahkûm kılınmıştır. Bir ülke kendi öz kaynaklarıyla yerel, geleneksel üretim sürecinin gerçekleştiremiyorsa gıda egemenliğini de kaybediyordur.

Endüstrileşen tarım, en temel insan hakkı olan gıdaya ulaşım hakkını şirketlere bırakır. Doğayı, ekolojik dengeyi esas alarak yapılan tarımın yerini sanayileşen tarımın alması; insanın doğa ile ilişkisini bozacağı gibi sağlıklı, güvenli gıdaya ulaşımı da zorlaştıracaktır. Gıda egemenliğinin kaybı, köylünün tarlasına hangi ürünü ekeceğine karar verme hakkının ortadan kalkmasıdır. Gıda egemenliğinin kaybı, köylülüğün ve küçük aile işletmelerinin tasfiyesini hızlandıran bir ögedir ve tarımda ithalat gıda egemenliğinin sonunu getiren bir politikadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu