GüncelManşet

MAKALE | Sınıf mücadelesi her zaman zorlu koşullarda sürdürülür!

Lenin Rusya’daki devrimden sonra yazdığı makalesinde zaferlerinin sebebini devrimci sınıfın “toplumsal faaliyetin istisnasız bütün biçimlerine ya da yönlerine vakıf” olması ve “bir biçimin yerini hızla ve aniden başka biçimler”in alması olarak açıklar. (Lenin, S.E., c. 10, s. 155-156) Kitleler, sınıf mücadelesi içinde eğitilirler. Bu eğitimde sıkı bir örgütlülüğe sahip, disiplinli, politik önderlikte ustalaşmış, her çelişkiden mücadele için yararlanabilen, halkla bağı güçlü bir KP’nin rolü belirleyicidir. KP, teorik netliği, politik hattı ve örgütlenme çizgisi ile hem kitlelerin hem de militan ve kadrolarının mücadele yürütüp büyütecek disiplin ve yeterliliğe sahip olmasında temel rol oynar.

“Ne yapmalı?”, “Nereden başlamalı?” soruları bilindiği gibi Lenin’in RSDİP’in ilk kuruluş yıllarındaki temel iki çalışmasının başlıklarıdır. Bu sorular girilen her aşamada, başlanacak her yeni işte cevaplandırılmayı bekler. Bu soruları genel anlamda hem KP stratejisi açısından hem de tek tek her alanın kendini yeniden örgütlemesi süreçlerinde ve hatta her militan ve kadronun karşılarına çıkan her yeni durumda sormaları ve cevaplarını aramaları gerekir. Bu sorular gelişmenin karşısında çaresizliği, eli kolu bağlı durmayı değil, meydana gelen duruma karşı bir tavır alışı, harekete geçme iradesini simgeler. Soru sorulması, cevap arayışı içerisinde olunduğunu gösterir. Süreçler karşısında, yaşanan sorunlar ve politik gündemler karşısında edilgenliği ortadan kaldırmak, bu soruların sorulması ve çözüm aranmasıyla başlar. Bu aynı zamanda KP’nin çizgisini yaşama geçirme, onu daha iyi anlama ve daha fazla katkı sunmanın da önemli bir aracıdır. Bu soruları sorup cevaplarını aramak; yenilenmenin, yeni olanakları görmenin, hatalarını fark etmenin, ileri sıçramanın bir aracıdır. Kendini, yoldaşlarını ve örgütünü denetlemenin ve yine örgütün kendini ve kadro ve de militanlarını denetlemesinin bir aracıdır. Bu sorgulama, kendini gözden geçirmeyi, nerede durup, neler yaptığını/yapacağını belirlemeyi, eksikliklerle/yanlışlarla hızlıca yüzleşmeyi sağlar.

Kolektifimiz açısından çok yönlü ve ağır görev ve sorumlulukların önümüzde birikmiş olduğu bir süreçten geçiyoruz. Elbette ki sınıf mücadelesi her zaman zorlu koşullar içinde yürümekte ve her zaman karmaşık sorunların çözümünü istemektedir. Bu mücadele, Başkan Mao’nun belirttiği gibi ne “zarif”, “sakin”, “yumuşak”tır ne de Lenin’in sıkça vurguladığı gibi Nevski Bulvarı’nda yürümeye benzer. Tam da bu nedenle devrim, sürekli olarak şiddetli fırtınalar içinde yürüme gücü, bilinci ve cesareti taşımayı gerektirir. Mehmet Demirdağ yoldaşın 1994 darbesi sonrası yaptığı belirlemede olduğu gibi fırtınalar içindeki yürüyüşü bıçak sırtında yapmak zorunda kaldığımız zamanlar da olacaktır. KP’nin kendini her zaman bunlara hazırlıklı tutması, önüne çıkan yeni durumlar karşısında sağlam durması ve her halükarda örgütlülüğünü koruyup hızla saflarını sıklaştırması; bu becerilere sahip olması önemlidir. Bu beceriye sahip olmak önderliğinden militanına kadar sınıf mücadelesinin kızgınlığı içerisinde eğitilmiş olmayı gerektirir. KP, sınıf mücadelesinin sorunlarına cevap olduğu ölçüde sağlamlaşacak, çelikleşecek, yeteneklerini artıracak, kitlelerin güvenini kazanacaktır. Cevap olamadığı koşullarda ise zaman içinde daha fazla zayıflayacak ve sınıf mücadelesi arenasından atılacaktır. Bunlar farklı ülkelerde de ülkemizde de yaşanmış gerçeklerdir.

Bu sürecin önemli bir özgünlüğü kolektifimizin yaşadığı tasfiyeci darbe sonucu içine girdiği krizdir. Bunun tanımlanması ve pratik olarak tavır alınması açısından bir dönemi geride bıraktık. KP’nin ilkeleri ve hukukuna sahip çıkan ve dogmatik bürokratizmi mahkum eden kadro ve militanlar temel önem taşıyan ilk adımı atmış oldular. Fakat bu sadece bir başlangıçtı. Artık ortaya çıkan tüm zaafları, hastalıkları mahkum etme ve KP’yi ilkeleri üzerinde sınıf mücadelesinin aktif ve belirleyici bir öznesi olarak inşa etme zamanıdır! Bu da hem merkezi anlamda hem de diğer bütün alanlarda “Ne yapmalı?”, “Nereden başlamalı?” sorularının tekrar bu eksende gündeme girmesini gerektirmektedir.

“Çam ağacı gibi ilkeli, söğüt ağacı gibi esnek” olabilmek…

Kolektifimiz ilk defa iç sorunlarla uğraşmıyor. Darbeciliği ilk kez yaşamıyor. Elbette ki “birlik” içinde sorunlarımızı çözme gücüne sahip olamayışımız bizim açımızdan ciddiyetle ve tüm yönleriyle değerlendirilmek zorundadır. Böylesi bir değerlendirme içinde ilk süreçten itibaren yaptığımız “dogmatik bürokratizm” belirlemesi son derece önemli bir yer işgal etmektedir. Dogmatizmin yani sahip olunan fikirler kümesinin pratikle bir etkileşime girmeden, kendini geliştirmeden, donuklaşarak, kapalı bir devre şeklinde savunulmamasının bürokratik bir önderlikte ortaya çıkmasının sonuçlarıdır yaşadıklarımız.

Çünkü bürokratizmde, bulunulan konum, bir görev ve sorumluluk yeri olarak değil vazgeçilmez bir “hak” ve eksiklikleri, yetersizlikleri, bir KP’de olmayacak tarzda kişilere dayanan bir disiplin anlayışı ile kapatma yeri olarak görülür. Bu durum dogmatizmin yıkıcı etkisini katbekat artırır. Bürokratik mekanizma sorgulamanın, işleyişi harekete geçirmenin engellenmesine yol açtığı ölçüde mücadelenin sorunlarına da cevap bulunamaz. Bu durumun tasfiyeci darbecilikle sonuçlanmasını engelleyememek elbette ki olumsuzken KP’nin dinamiklerinin gücü, sınıf mücadelesindeki ısrarı, zaaflarıyla yüzleşme cesareti, ideoloji/politikasına güveni de ortaya çıkan en önemli ve umut verici sonuçtur!

Kürt sorununda Rojava’daki varlık, ittifaklar noktasında HBDH içindeki duruş, dogmatiklerin ele alışından uzak bir şekilde komünistler olarak ideolojik duruşumuzu korurken mücadelenin gerektirdiği politik bir adım olarak değerlendirme cüretimiz, mücadele araçlarını Lenin’in sıklıkla vurguladığı gibi “önceden elimizi kolumuzu bağlayacak şekilde belirleme”yi reddedip somut koşulların somut tahliline yönelmemiz, kadının ezilmesi ve kurtuluşu konusunda sorunun hem sınıfsal hem de cinsiyet yönünü birlikte ele alma iradesine sahip oluşumuz, politik devrimciliğimizin en açık ve umut veren sonuçlarından olmuştur. Sınıf mücadelesine cevap olma iddiamızı kararlarımız ve pratiklerimizle ortaya koymuş oluyoruz. Bu duruş dogmatik bürokratizmle ve onun örgütsel alandaki yansıması olan tasfiyeci darbecilikle hesaplaşmanın duruşu ve cüretidir. Mao’nun benzetmesiyle “çam ağacı gibi ilkeli söğüt ağacı gibi esnek” olmaktır.

Sınıf mücadelesi ezilenlerin ve sömürülenlerin en ufak kıpırdanmalarını bile devrim yolunda birleştirebilmeyi zorunlu kılar. Bununla birlikte “ortak düşmana karşı mücadele” anlayışıyla hakim sınıfların arasındaki çelişkilerden yararlanmak, hele ki bizim gibi demokratik devrimin gerektiği ülkelerde baş düşmana karşı ortaklaşabilecek kesimlerin fazlalığını görmek ve bunu mücadelenin ırmağına akıtabilmek kritik derecede önemlidir. Dogmatizmin görüp kavrayamadığı yaşamın/mücadelenin bu renkliliği olmuştur. Dogmatizm gri rengi yaşamın kendisi sanmış ve bunu soyut, kişilere dayanan bir disiplin anlayışı ve bürokrasiyle tüm kolektife dayatmıştır. Dayatırken de tüzüğü açıkça ihlal edeceğini açıkça belirtme cahil cüretini göstermiştir. Ne yazık ki bazı kadrolar da bu darbeci anlayışın etkisi altında kalmıştır.

Lenin’in “ya her yerde bütün katmanlar içinde, her türden devrimci sosyal demokrat çalışmalar uğruna yeni, genç, taze ve enerjik savaş örgütleri yaratırsınız, ya da ‘komite’ bürokratları halesine bürünerek batağa gömülürsünüz” (Lenin’den aktaran Liebmann M., Leninizm, S. 99) uyarısı, yapılması gerekeni göstermiştir komünistlere. Sınıf mücadelesinin zenginliğine, gücüne, yaratıcılığına yüzlerin dönülmesi gerekiyordu ve biz bu yönelime girdik. Bu yönelim tarihi önemdedir. Bu yönelimin sürdürülüp büyütülmesi ve KP’nin sınıf mücadelesinin etkin, belirleyici, devrimi gerçekleştirecek öznesi haline getirilmesi; işte yazının başında bahsettiğimiz görev ve sorumluluk budur!

Her ne kadar bu yazının konusu olmasa da belirtmek gerekir ki; dogmatik bürokratizmin ortaya çıkması ve etkisini bu ölçüde fazla göstermesinin nedenleri üzerinde daha fazla durmalıyız. Dogmatizm, sınıf mücadelesini kendi dar bakış açısına hapsetme, ezberlenen birkaç formülasyonla dünyayı açıklayabileceğini sanma olarak tüm devrimci önderlerin mücadele ettiği köklü bir hastalıktır. Devrimci hareketlerin güçsüzlüğünde, önemli bir kısmının varlıklarını sürdüremez hale gelmesinde dogmatizm büyük bir rol oynamıştır. Bu yanıyla saflarımızda çıkan bu hastalığa karşı tavrımız çok önemliyken köklü bir hesaplaşma ve bir daha bu ölçüde etkili olmaması için eğitim ve en önemlisi mücadeleye politik olarak daha güçlü sarılmak gereklidir. Sınıf mücadelesinin engin denizine atılabilme cüretini ve güçlü bir örgütlenme yeteneğini gösterdiğimiz oranda bu süreci hızlı bir şekilde aşacağız. “Kitlelerle daha sıkı temas”, “örgütlenme” ve “eğitim” bu sürecin öne çıkan şiarları, yönelim olmalıdır. “Ne yapmalı?” ve “Nereden başlamalı?” sorularına bu yönelim temel alınarak cevap aranmalıdır.

“Bütün çalışmaların can damarı politik çalışmadır!”

“Kitlelerle daha sıkı temas” şiarının Kaypakkaya’da gördüğümüz gibi ezilen ve sömürülen kitlelerin kendiliğinden ideolojisine bakmadan (yani dinci, liberal, laik, ateist, milliyetçi, reformist vb.) tamamen maddi koşullarına sınıfsal duruşlarına göre ilişkilenme üzerinden ele alınması gerekir. Hatırlanacak olursa Şeyh Sait Ayaklanması Kaypakkaya önceki dönemde “dinci bir nitelikte olduğu”, “gerici”, “feodal bir nitelik taşıdığı”, “emperyalizmin desteğini aldığı” gibi gerekçelerle başta TKP olmak üzere sınıf mücadelesi verdiğini iddia edenlerce mahkum edilmiş ve “ilericilik”, “laiklik” vb. nedenlerle Kemalizm’in yanında yani egemen sınıfların yanında saf tutulmuştu. Fakat Kaypakkaya kendi zamanına kadar egemen olan bu ideolojik ayrım çizgilerini reddetmiş, sınıfsal ayrımı temel almıştır. Ve o döneme kadarki savunuları tamamen reddetmiştir: “Kürt isyanlarının Türk devleti tarafından vahşice bastırılmasını ve peşinden yapılan kitle katliamını feodalizme karşı yönelmiş ‘ilerici’, ‘devrimci’ bir hareket diye alkışlayanlar sadece ve sadece iflah olmaz hakim ulus milliyetçileridir.” (Kaypakkaya, S. Eserler, Umut Yayımcılık, s. 237)

Peki kitlelerle olan ideolojik farklılık nasıl giderilecektir? Marksist ideoloji ile coğrafyamızda yaşayan halkın kendiliğinden ideolojisi arasındaki farklılık sorunu nasıl çözümlenecektir? Şunu belirtmeliyiz ki; bu sorunun cevabı konusunda şu ana Kaypakkaya’nın çözümlemelerinden daha ileri bir çözümleme olmamıştır. Türkiye Devrimci Hareketinde bu tartışmalar dogmatizmin etkisiyle yürütülememiş, Kaypakkaya’nın açtığı yolun -yani Marksizm’in ülkemizin somut koşullarına uyarlanmasının- devamı getirilememiştir. Bu, yaşanan darlığın en büyük nedenlerindendir. Bizim yönelimimiz hem teoride hem de pratikte bunu aşma üzerine olmalıdır. Çalışmalar derinleştiği, pratik sorunlar karşımıza çıktığı oranda bu sorunun farklı veçhelerini görüp çözmeye çalışacağız. Fakat teorik olarak şu belirlemeyi hatırlatıp adımlarımızı bu eksende atabiliriz: “Bütün çalışmaların can damarı politik çalışmadır!” Bizlerin kitlelere ilk gidişi ideolojik olmamalıdır. Bu ne anlama gelir? Tanrının varlığı ya da yokluğu, doğanın rasyonel olup olmadığı gibi tartışmalar ne gittiğimiz kitlelerin ideolojisini değiştirir ne de çalışmalar ilerleyebilir. İdeolojinin değişmesi, sınıf mücadelesi yükseldiği oranda, kitleler politikalarımıza güven duyduğu ve sosyal ilişkiler sistemi bunların etkisiyle pratikte değiştiği oranda gerçekleşebilir. Sınıf mücadelesinin ezilen ve sömürülenlerin netleşmiş, homojen kesimler olarak bir tarafta, egemenlerin bir tarafta durduğu bir mücadele olmadığı konusunda Lenin ve sonrasında Lenin’e dayanarak Kaypakkaya bizi uyarmıştır. O zaman yoğunlaşılması gereken politik çalışmadır. Marks egemen ideolojinin her zaman egemen sınıfların ideolojisi olduğunu vurgulamıştır. Bu gerçeklik karşımıza egemen sınıfların söylemlerinin tamamının ideolojik olması ve halkı bu şekilde kutuplaştırmaya, ayrıştırmaya çalışmaları şeklinde çıkmaktadır. Bunu kırabilecek olan sadece komünist devrimcilerdir.

Politik çalışmanın hakkının verilerek yapılması A/P konusunda yetenekli olunması ve çok çeşitli materyallerin kullanılabilmesini gerektirmektedir. Ajitatörler de propagandistler de konularına hakim olmalı ve nasıl bir dille, araçlarla kitlelere ulaşabileceğini ayrıntılı düşünmelidir. Bunların hepsine dair yazınlarımızda bolca kaynak bulunabilir. Bunlar da tekrar tartışılmalı ve yeni olanak ve koşullar üzerinde durulmalıdır.

Adım atılmadan, ileri doğru yürüme iradesi gösterilmeden gelişme olmaz, değişim yaratılamaz. Bu nedenle tek kişi kaldığımız yerlerde dahi adım atılmaya başlanması ve sonuçların kolektife mal edilmesi gerekir. A/P için sayılamayacak kadar çok materyal vardır. OHAL’in tüm yasakçı ve saldırgan uygulamalarına karşın, KHK’larla sorgusuz-sualsiz işten atılmalara, özelleştirmelere, grev hakkının gaspına, tarım alanlarının talanına, doğanın yağmalanmasına vs. karşı eylemler yapılmaktadır. Kadın, LGBTİ’lerin sesi her gün daha çok çıkmaktadır. Asgari ücretin düşüklüğü, köprü-otoyol ücretleri, şehir hastaneleri uygulamaları, siyasal örgütlülüklerin durumu, yargının iktidarın kuklası olma hali, öğrencilerin bilimsel eğitimden uzak, ulaşım-barınma vb. sorunlarla boğuşarak ve belirsiz bir gelecek kaygısıyla yaşaması, sokakları gasp eden militarizm, sadece göçük yaşandığı zaman hatırlanan madenciler gibi dillerden düşürülmeyen ama pratikte bu sorunların gerçek muhataplarından uzak durulan sorunlar-çelişkiler orta yerde durmaktadır.

Bunun yanı sıra Kürt ulusal sorunu çok daha ayrıntılandırılarak ele alınmalıdır. Şovenizmin egemenler eliyle ulaştığı boyut, şovenizme karşı mücadeleyi öne çıkarmaktadır. Bu da Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün egemenlerin çıkarı ekseninde dayatıldığı konusu temele alınarak, ancak sistemli, ısrarcı çalışmalarla ve Kürt hareketiyle birlikte mücadele etmenin yanısıra Türkiye Kürdistanı’nda çalışmaların hedeflenmesine bağlıdır.

Politik çalışmanın temel özelliği propagandanın her zaman esas hedefe yani sömürücü, baskıcı ve işgalci sisteme karşı yapılması, ezilenlerin-sömürülenlerin her kesiminin mücadelesinin birleştirilmesi ve iktidara yönlendirilmesidir. Açıktır ki politik çalışmada yazının başında Lenin’den aktardığımız “toplumsal faaliyetin bütün biçimlerine ya da yönlerine vakıf olma”, “bir biçimin yerinin başka bir biçimin alması” yeteneğini gösterebilmek, araç ve yöntemler konusunda elimizi, kolumuzu bağlamamak çalışmanın başarısı konusunda belirleyici bir yerde durmaktadır. Politik çalışma örgütlenme ile tamamlanmadığı müddetçe alınan yol kısa bir zaman içinde kaybedilir, ayakları havada kalır.

Burada yine deneyim hatırlatmasında bulunalım. Lenin “Nereden başlamalı?” makalesinde önlerindeki görevi “Çerçeveyi genişletmek ve propaganda ajitasyon ve örgütlenme faaliyetimizin içeriğini genişletmek” olarak koyar. Bu noktada da merkezi bir gazetenin önemini vurgular. A/P’nin geniş bir eksende ele alınabilmesi ve bunun örgütlenmeye dönüştürülebilmesi faaliyetin ana yönüdür. Bu A/P’nin ve örgütlülüklerin legal-illegal, silahlı-barışçıl vs. olup olmaması KP’nin ülkedeki duruma, hedef kitleye, konjonktüre, eldeki araçlara, düşmanın durumuna, güç dengesine bakarak belirleyeceği bir olgudur. Bunların her birinin ayrıntılı belirlenmesi, kendiliğindenciliğe bırakılmaması gerekir.

Lenin, RSDİP’in ilk kuruluş evresinde koyduğu A/P meselesini her zaman önemsemiştir. Ekim Devriminin ön günlerinde kendilerine “propagandacılar grubu” denmesine rağmen A/P için yoldaşlarına seslenir. Bu sefer yoldaşlarından istediği Menşeviklerin etkisi altındaki İşçi-Köylü Sovyetleri içerisinde Geçici Hükümete ve “devrimci anavatan savunması” adı altında kitleleri etkisi altına alan şovenizme karşı görünüşte “propagandist” ama aslında “en yüksek dereceden pratik devrimci çalışma” yapmalarıdır. Bunu isterken kitleler arasında propaganda çalışmasının özel koşullarına uyum sağlama yeteneğini göstermelerini istemiştir. Bu hedef bir süre sonra Sovyetler’de Bolşeviklerin egemen olmasını getirmiştir. Özcesi “kitlelerle daha sıkı temas”ın sağlanması güçlü, iyi düşünülmüş, planlanmış bir A/P ile mümkündür. A/P çoğu zaman anlık, üzerinde yeterince düşünülmeden yapıldığı ve salt ideolojik propagandayla yetinildiği için beklenen sonuçlar alınamamaktadır.

 

Teori her zaman irdelenmeli, ilerletilmelidir!

Teorik çalışmanın önemi üzerinde ne kadar dursak az olacaktır! “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.” Bu ifade her zaman bize yol göstermelidir. Teorik yetersizlik demek karanlıkta el yordamıyla yol aramak ve yol göstermeye çalışmaktır. Dogmatizmin temel nedenleri irdelendiğinde hem genel olarak teorik yetersizlik hem de teorik çalışmanın sadece belli kişilerce yapılması karşımıza çıkar. Teorik çalışma, üst düzey bir disiplin, sıkı bir çalışma, sorgulayıcı bir yaklaşım ve bilgiye merak gerektirir. Örgütlü tüm yoldaşlarımızın Marksizm’in temel bileşenlerine, kolektifimizin stratejisine ve taktiklerine dair asgari bilgi sahibi olması gerekir. Bu temel üzerinden hem kolektifimizin yönlendirmesi hem de her yoldaşımızın kendi gayretiyle teorik konularda derinleşme yaratılmalıdır. Devrimci teori, sürekli ilerleyen, gelişen bir nitelik taşır. Burada Lenin’in Engels’ten şu aktarımını hatırlatmak gerekir; “Önderlerin görevi, özellikle, bütün teorik sorunlar üzerinde giderek daha çok bilgi edinmek, günü geçmiş dünya görüşlerinin, geleneksel lakırdıların etkisinden kendilerini giderek daha çok kurtarmak ve sosyalizmin bir bilim durumuna geldiğinden bu yana, bir bilim olarak yürütülmek, yani irdelenmek istediğini hiç mi hiç unutmamak olacaktır.” (Lenin, Ne Yapmalı?, s. 34)

Teori ve pratik arasındaki kopukluğun önemli bir nedeni, teorik üretimin belli kişilerce yapılması, pratikçilerin de çoğu zaman teoriden kaçmasıdır. Oysa pratik-teori-pratik şeklindeki bilgi teorisinde de gördüğümüz gibi aradaki bağın kopması bilginin irdelenmesinde, gelişmesinde sorunlara yol açtığı gibi dar pratik içerisinde boğulmasını da getirmektedir. En doğru teori bile maddileştirilmediğinde, kitlelerle buluşmadığında etkisiz kalmaya mahkumdur. Böyle bir teorinin “dolu kağıt ile boş kağıt” arasındaki farktan daha fazla anlamı yoktur. Kavranmayan hiçbir teori de hakkıyla hakkıyla yaşama geçirilemez, pratiğe yön veremez. Yine pratik yaşamdan, somuttan beslenmeyen, çelişkilere hakim almayan bir teori de zaman içerisinde spekülatif bir hal alır.

Teorik çalışma hiçbir koşulda aksatılmamalı ve planlanması özenle, yani çalışma alacak yoldaşların durumuna ve ulaşılmak istenen hedefe göre yapılmalıdır. Çok kolaycı bir şekilde ele kitap tutuşturup “sonra tartışalım” demekten veya belirlenen çalışmaları erteleyip verimsiz hale getirmekten kaçınılmalı, bunu yapanlar eleştirilmelidir. Teorik çalışmada ilk başlarda anlatım, birlikte okuma vb. şeklinde açıklayıcı olan yöntemlere başvurulmalı ve her çalışmanın sonunda kısa da olsa yazılı materyal çıkarılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, sadece okumak, çalışmanın yarım kalması demektir. Teorik faaliyet okuma-yazma bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Zaman azlığı, yokluğu, konuların zor olduğu (neden kolay olsun ki!), teorinin sıkıcı olduğu, zaten birilerinin yazıp çizdiği gibi bahaneler kabul edilemezdir. Bütün bu ele alışların kolektifi gerilettiğini, birçok hastalığın, zaafın önünü açtığını belirtmeliyiz. Bütün devrimci önderlere baktığımızda kendi dönemlerindeki bilimsel, felsefi tartışmalara da hakim olduklarını görürüz. Elbette ki hedefimiz ve iddiamız bu olmadır.

Yazıda “Ne Yapmalı?”, “Nereden Başlamalı?” sorularına cevap ararken yardımcı olabilecek, yön gösterecek bazı başlıklara girmiş olduk. Mesele, tekrar vurgulamak gerekir ki belirlemelerin yaşama geçirilmesi uğraşı içerisinde olunmalıdır. Kolektifin ilkeleri üzerinde eski hastalıklarından arınarak teorik ve politik bir atılım gösterebilmesi ancak böyle mümkün olabilecektir. Fırtınalar içinde bıçak sırtında olduğumuz kavranmalı ve görev ve sorumluluklara bu bilinçle sarılmalıyız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu